Friday, July 28, 2006

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 14

Ey Sırrı! Bu eşyalar aslında dönüşüp değişmezler. Fakat sen onları bu şekilde görürsün.



Yani suret gören açısından belirginleşir. (3-155)

Bu hayatın bir kısmı duyulara zahir olurken bir kısmı duyulara gizli olur. Normalde zahir olmayan hayat türü, olağanüstü şekilde Nebîye ve veliye zahir olur. O halde her şey canlıdır ve Allah’ı tespih edip O’na hamd etmektedir. Ama bunun bilincinde değildirler. Yan tespih edişlerini bilmezler. (3-157)

İlim, malumun tasavvurundan ibaret değildir. (3-157)

Bize ve bizden olan muhakkiklere göre; mahlukun hiçbir kudreti yoktur. (3-158)

Allah’ın zatı kamildir. Dolayısıyla zait bir şeyle kemal bulması imkansızdır. Çünkü bunun anlamı zait nitelik olmadığı zaman eksik olmasıdır. Eksiklik ise imkansızdır. Dolayısıyla zait bir nitelikle kemal bulması da imansızdır. (3-158)

Zait=Artan,fazlalık ,ilâve olunmuş ,lüzumsuz, gereksiz.
Hamd; Allah’ı layık olduğu şeyle övmektir. Şükür ise; O’ndan kaynaklanan nimetle O’nu övmek demektir. (3-164)

Keşiften daha yukarı, perdeden de daha aşağı bir derece yoktur. (3-166)

Onlar; bu ümmet de geçmiş ümmetlerde ki Nebiler düzeyindedirler. Geçmiş ümmetlerdeki bu Nebiler kendi içlerinde rablerinden gelen bir şeriata tabi olurlardı , ne resuldürler ne de tabi olanları vardı. Sadece Hak Teala onlara vahiy indirirdi. Onlara “Ferd” ismiyle bakardı. (3-166)

Muhtar (seçme hakkına sahip), bir işi istediği zaman yapan , istediği zaman yapmayan kimseye denir. Bir işi yapmaya ya da yapmamaya dair ön bilgi, hakkında ön bilgi olmayan işin vaki oluşunun tahayyülünden ibarettir. Bu yüzden ihtiyar imkansızdır. Zorunlu olmaksa bir işe zorlanmak demektir. Ama zorlama da yoktur. Yani ne zorlama vardır, ne de serbestlik. (3-166)

Aslında gerçek anlamda bir icat söz konusu değildir. (3-167)

Kulun gerçekte Hak tealaya ait olan bir sıfatla zuhur etmesi birleşme olarak isimlendirilir; çünkü Hak kulun suretinde kul da hakkın suretinde zuhur etmiştir. (3-167)

Yüce kanun koyucu (şari) bize kaza ve kadere razı olmamızı emretmiştir, takdir edilene , hükme bağlanana değil. Bu ise Hak tealayı seçmektir, seçtiğini değil. Şunu diyemezsin: Allah’ın benim için takdir ettiği günahlara razı oldum. (3-170)

Aklın bir sınırı olduğu gibi imanın da bir sınırı vardır. (3-172)

Mahlukat içinde akıl erbabına özgü olaylar aklın sınırı doğrultusunda gelişir. Allah’a bağlı kimselere özgü olaylar da imanın sınırı doğrultusunda cereyan eder. (3-172)

Hakkı müşahede etmek , O’nun zatını ihata etme sonucunu doğurmaz. (3-175)

İnsanlar müşahede ettikleri halde onun Hak teala olduğunu bilmeyeceklerdir. (3-175)

Tabiatının cehenneminin üzerine sıratın kurulur, mizanın adaletinin kubbesine konur,amellerin huzura getirilir; rabbine olan huzurun oranında ölü ve diri olarak. (3-184)

Bir veli için gerçekleşen bir tecellide onunla birlikte peygamber veya peygamber olmayan daha büyük bir veli hazır kılındığı zaman , bu huzurdaki söz mutlaka en büyük olana yöneltilir, öbürü ise dinleyici konumunda kalır. (3-185,186)

Allah’tan alıkoyan, perdeleyen şeylerden sakınsın. “Kendimi tenzih ederim=Sübhânî“ diyen de bu tecelliden söylemiştir bu sözü. (3-188,189)

“Allah tuzak kurdu” benzeri sözlere kanmamak gerekir. Çünkü kendilerine dönen yine kendi tuzaklarıdır, tuzaklarının kendi başlarına geçmesi , Allah’ın onlara tuzak kurmasıdır. (3-189)

Bütün varlıklar , Allah’tan başkası olsa da kendi içinde hiç kuşkusuz haktır.Ancak varlığı kendi zatından kaynaklanmayan bir varlık yok hükmündedir, batıldır.


Öte yandan Hak ile başkası arasında hiçbir açıdan gerçek olarak bir ortaklık yoktur. (3-190)

İnsan bütün varlıkların kapsayıcı bir nüshası olduğu için her varlıktan bir hakikati de içinde taşır. (3-190)

İnsan aslı itibariyle rabbani bir varlıktır,sınırlandırılmamıştır.Hidayet ise sınırlandırma demektir. Sapma ise sınırlandırılman kalkması ve insanın rububiyetinin ortaya çıkması demektir. Bu yüzden Allah , mutluluk perdesiyle onu masum, korunmuş kılmamıştır. Ki buna da bedbahtlıkla sahip olmaktadır, çünkü dünya yurdunda bulunduğu sırada tabiatına uygun düşmektedir. Ve çünkü mutluluk da insanın tabiatına uygundur; ancak sonraki bir aşamada. (3-192)

Şu halde tecelli yoktur ve dönüşüm yokluğadır. (3-193)

Bu yüzden benim vatanım kaynağın tek ve oluşun yok olduğu yerdir. (3-193)

…Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur. (Nur-40) -(3-194)

0 Comments:

Post a Comment

<< Home