Friday, July 28, 2006

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 01

Değerli okurlar;Şeyhu’l Ekber Muhyiddin İbn Arabî hazretlerinin (H.560 638/M.1164-1240)

RİSALELER’ini (kitapçıklarını) KİTSAN yayınevi bir araya toplayarak; üç ciltte , toplam yaklaşık bin sayfalık kitap olarak yayımlamış bulunmaktadır.
Eserin önemine binaen konularla ilgili can alıcı, açıklayıcı, düşündürücü ifadeleri idrakimiz ölçüsünde , aslına sadık kalmak kaydıyla siz kıymetli okurlarımıza aktarmak istedik. Gerçekten her birinin üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bu ifadeleri cilt ve sayfa numaralını da vererek ulaştırıyoruz. Bu cümlelerle ilgili kitap içerisinde geniş açıklamalar bulmak mümkündür. Onun için size ulaştırılan bu kısımları RİSALELER’in reklamı gibi kabul edip , eserin tamamını okumanızı acizane öneririz.
Başta KİTSAN yayınevi adına Remzi GÖKNAR Bey’e hem hizmetleri hem de sayfamızda bu kısımlarının yayımlanmasına izin verdiği için , ayrıca bu tip eserlerde pek rastlanmayan sade ve anlaşılır tercümeyi gerçekleştiren Vahdeddin İNCE Bey’e ve emeği geçen her kese teşekkürlerimizi sunar, başarılı çalışmalarının devamını dileriz.Cenabı Hak’tan ; okumamızı, idrak etmemizi ve yaşamamızı nasip etmesini niyaz ederiz.
Saygılarımızla…

sufizmveinsan

hamdicenik@hotmail.com

Sakın bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalp bunların hepsi o şeyden sorumlu olur. (İsra-36)

Şeyh; Batında Kutb’ul Azam Şeyh Abdülkadir Geylanî Hz. İle görüştüğünü , Hızır as. ile de hususi arkadaşlığı olduğunu beyan etmiştir. (1/22)

Ruh İbn Arabî’ye göre hayvâni bir mahluktur. (1-25)

Allah bütün inanç sistemleri içinde sadece bir inanç sistemi tarafından kuşatılmaktan , sınırlandırılmaktan yücedir, geniştir. (1-29)

Sayı ismiyle zahir olduğu zaman zatıyla zahir olmaz; kendine özgü mertebesi hariç. Bu mertebe vahdaniyet makamıdır. Bu makamın dışındaki bir mertebede zatıyla zahir olduğunda , ismiyle zahir olmaz. (1-36)

İnsanlara onların akıllarının kapasitesini gözeterek hitap ediniz.Hadis-(1-38)

Bir farzı veya sünneti ikame eden bir kimsenin bu ameli yerine getirmesinin sebebi, sevap talep etmekse, sen nefsini böyle bir amelle meşgul etme. (1-41)

Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız diyenler ve bunlar arasında bir yol tutmak isteyenler… Nisa Sûresi-150. (1/45)

İşte gerçekten kâfirler onlardır. Nisa Sûresi -151. (1/45)

Kim onlarla , tasavvufî hakikatlerin ehli ile beraber oturursa ve onların ortaya koydukları hakikatlerin bazısını inkar ederse , Allah îman nurunu onun kalbinden söküp alır.(1/45)

Bana kadir gecesi gösterildi. İki adam saç baş olup kavga ettiler. Bunun üzerine kadir gecesi kaldırıldı. Hadis (1-46)

Allah’ın kendisini vasfettiği gibi seni de alim , irade eden vb. sıfatlarla vasfetmiş olmasına aldanmayasın. Bilesin ki hayvanlar da işitirler , görürüler ve irade ederler. (1-59)

Müşahede, bizzat görme ile desteklenmedikçe gaibden îmanın bir faydası yoktur. Ancak o zaman îmana şüphe sızmaz. (1-64)

Ve her şeyi bir bir saymıştır. (Cin Sûresi-28) Bu âyette yüce Allah’ın geçmişte olan , şu anda olmakta olan ve gelecekte olacak bütün esmalar/isimleri kuşattığına işaret ediyor. (1-65)

Hak teala her şeyi bir bir saydığına ve sen de sayılan şeylerden biri olduğuna göre , O’nun koruması ve denetimi altındasın. (1-66)

Eğer ulûhiyet sırrını , her ibadet eden kişi , mabudunda , yani, mabuduna ibadet ettiği esnada görmeseydi , O’na ibadet etmezdi.Sapık kimsenin sapmasının nedeni , ulûhiyeti ilah olmayana nispet etmesidir. O söz konusu mabuda ibadet ederken ulûhiyet sırrına ibadet etmiştir ve bu da sadece yüce Allah’a ait bir niteliktir. Çünkü yüce rabbimiz bu sırrın etkisini o mabuda yansıtmamıştır.İlahınız tek bir ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur. Bakara Sûresi-163 (1-68)

Rahman ismi , Allah ismi hariç bütün güzel isimleri kapsar.Allah her şeyi cem ettiği, Rahman da alemin hakikatlerini ve alemde bulunan şeyleri cem ettiği için “dünyada ve ahirette rahmandır” denilmiştir. (1-70)

Savaşı bize niçin yazdın?.. Nisâ Sûresi-77 ; ifadesi, düşünce yoluyla Allah’tan bilgi talep etmek ve karanlık şüpheyi geri çevirmek içindir. (1-72,73)

Ey Âdem oğlu; Eşyayı senin için yarattım , Seni de kendim için yarattım. Senin için yarattığım şeyler uğruna benim için yarattığımı kirletme. Tevrat.
(1-76)

O’ndan başkası “O” nu teklikte göremez. (1-84)

O olmasaydı biz olmazdık. Ama bizim olmamamız yüce Allah’ın olmamasını gerektirmez.(1-88)

İkilik hal gibi bir şeydir ve mevcut değildir. Çünkü hakikat onu yok eder veya imkan vermez. Ama yok da değildir, çünkü hak onu ispat etmektedir.(1-89)

Rabbim!. Beni yalnız bırakma! Sen, varislerin en hayırlısısın. (Enbiya-89)

Bu talepte bulunmasının nedeni, kendisinden sonra işin rabbine döneceğini ve bunun rabbinin kendisini halife kılmasının bir karşılığı olduğunu bilmesidir. (1-91)

İki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir? (Sad-75)

Bu ayette yüce Allah Adem’den söz ederken iki elini birden zikrediyor. Çünkü bugün her sebep o kutsal ele niyabeten , onun adına hareket etmektedir.

İsa as. : Bedenim babamın kızının oğludur. Ben babamın,annemin ve ikisinin oğlunun ruhuyum. (1-93)

Vahdaniyetin aynısı zahir açısından sayıların içinde söndürülmüş , örtülmüş olmasıdır. (1-969)

Varlık aleminde ne varsa canlıdır. Çünkü varlık aleminde bulunan her şey Allah’ı hamd ile tesbih eder. Bir canlı da ancak tesbih edebilir. O halde hayat sırrı bütün varlıklarda mevcuttur. (1-96)

Esmalar/İsimler açısından Allah, sıfatların taşıdığı anlamlar açısından zat konumundadır. (1-105)

Günah işleyen bir kimse “Ey Allah! Beni bağışla”, dediği zaman calalet (Allah ismi) Gaffar ismine naiblik (Vekil, birinin yerine geçen-Nöbet bekleyen) etmektedir. Bu isteğe cevap olarak ancak “Gaffar” isminin anlamı çerçevesinde karşılık verilir. (1-106)

İlmin başlangıcı Allah bilmek, gayesi de aynen görmektir. (1-107)

Her Şeyin gölgesi vardır. Allah’ın gölgesi de Arş’tır. (1-108)

Zahir arş rahmanın gölgesidir. İnsani arş, Allah’ın gölgesidir. (1-108)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 02

Allah’a ancak “O” ismini verebilirler bu yüzden. Elif ile kendisini, ha ile mahlukatı zikreder. Eliften sonra gelen vech ile yani harfi tarif lam ile kendisini ezeli olarak tanıtır,onun diğer vechiyle de yani malikiyet lam ı ile de onu mahlukatına ebedi olarak tanıtır. (1-111)

Muhakkikler, yüce Allah’ın bir şahsa tek bir surette iki kere tecelli etmediği ve tek bir surette iki kişiye tecelli etmediği hususunda görüş birliği içindedirler. İşte bu “O” nun genişlemesidir.Ebu Talib şöyle der: Benzeri gibisi olmayanı , ancak benzeri gibisi olmayan görebilir. Dolayısıyla gören görülenin aynısıdır. (1-117)

Attığın zaman sen atmadın,fakat Allah attı. (Enfal-17) Yap, ey kulum! Ama sen yapan değilsin, Ben’im yapan.Ben de ancak seninle yaparım. Çünkü kendimle yapmam mümkün değildir. Senin olman kaçınılmazdır, senin için de ben lazımım, benim olmam da kaçınılmazdır. Böylece bütün işler bana ve O’na bağlıdır. (1-121)

Rasûlullah sav. Her duanın mutlaka kabul edileceğini söylemiştir. (1-129)

Gece ve gündüzün her biri diğeri için bürüyen,aynı zamanda da bürünen konumundadır. Yani her biri diğeri için eş ve koca mahiyetindedir. Buna göre gündüz vakti türeyen her şeyin annesi gündüz, babası da gecedir. Türeyen her şeyin annesi gece, babası da gündüzdür. (1-134)

Cismin üremesi gibi ruh da ürer. (1-137)

İnsan şehvetinin gecesinden sıyrılıp çıkmadıkça gündüz, nur olmaz, güneşi parlayıp yerini aydınlatamaz. (1-138)

İskeletin heykelinden arınmadıkça insan , cihet kabul etmez zata yönelemez. (1-139)

Bizim için sahih gün , bütün saatleri eşit olan gündür. (1-139)

Yine bu feleklerin hareketiyle cennette günler oluşacaktır. Bunlar, yüce Allah’ın içinde gökleri ve yeri yarattı günlerdir.Cehennem ehlinin günleri ise bilinen dünyevi günlerdir ve güneş aracılığıyla müşahede edilirler. Bu günler cennetlerde belli ölçülere dahil işaretlere sahiptirler. Bunlar aracılığıyla vakitler bilinir. (1-148)

Oluş (kevn) cennette hep olacaktır, somut olarak hissedilecektir , müşahede edilecektir. Çünkü cennet somuttur. (1-148,149)

Dönüşüm alemde sürekli bir haldir ve bu kaçınılmazdır. (1-150)

Ariflerin gayesi bekadır. (1-157)

Rasûlullah sav. bir hususta delil olmadığı zaman , iki salih kişiye baş vurulmasını ve onların verdiği hükme uyulmasını emretti. (1-160)

Susun ; sustuğunuzda dinleyin; dinlediğinizde anlayın ; anladığınız zaman amel edin ve güvenin. (1-161)

Benim söylediğim, Ebubekir ra.İle Hz. Nebî sav. arasında bir adam olmadığıdır. Biz sıddıklıktan söz etmiyoruz. Dolayısıyla velilerin en yükseği Ebubekir’dir.(1-162)

Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake götüreceğiz. Onlara mühlet veririm; benim cezam çetindir.(Araf-181,182,183)Bu ayetlerde yüce Allah dünyadan söz etmiyor. (1-163)

Yine de sen bu şekil ve kalıp ulemasını taklit etme ; ama ona muhalefet de etme. (1-163)

Bil ki, Cibrîl, vahiy indirilen Resulden başkasına inmez ve bir şeriatı nesh etmez. (1-164)

Velayet ve marifet mertebesinin varlığı daimidir. Risalet mertebesi ise sürelidir; tebliğ ile birlikte son bulur. (1-166)

Şöyle söylemişlerdir:Onu gören hiçbir şey görmemiştir.Onu gördüğümden beri Ondan başka hiçbir şey görmedim.Bir şeyde Onu işiten, ama başka bir şeyde Onu işitmeyen ,O’nu işitmemiştir.O ancak anlamakla işitilir. (1-172)

Eğer tevhidin bir ispat edicisi varsa bu şirktir. (1-174)

Marifet Allah’ı bilmektir. (1-175)

Sevgi her şeyin tabi olduğu bir sultandır. (1-177)

-Ancak Ondan başkasını gören kimse O’na tevekkül eder.
-Allah’ı tanıyan biri nasıl Ona ibadet eder, hayret ediyorum?..
-İbadet eden rabbi hakkında kötü zan besler, günah işleyen rabbi hakkında iyi zan besler.
-İbadet nura götürür, günah ise ateşe götürür. Nur ateşten daha yakıcıdır.
-Halkın bir insandan ayrılması hulkunun (ahlakının) kötülüğünü gösterir.(1-179)

-Yiyeceğin az olması gıdadır. (1-180)

-Cehennemliklerin bir hicabı vardır. Cennetliklerin de bir hicabı vardır.-Mürekkep olan her şey perdelidir. (1-185)

“Mim”e gelince o Adem’e as. Ve Hz. Muhammed’e sav. işaret eder. (1-202)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 03

Adem cismiyette Hz. Muhammed’in , bizim ve İsa’nın babasıdır. Hz. Muhammed sav. ise ruhaniyette Adem’in, bizim babamız ve İsa as.ın dedesidir. Çünkü İsa as.ın babası bedenlik makamında ve temsil aleminde Ruhul Kuds’dür. Ruhul Kuds ise Ruh olması hasebiyle Hz. Muhammed’in oğludur. Dolayısıyla bu akıl almaz sistem çerçevesinde Hz. Muhammed sav. İsa as.ın dedesidir. Eğer İsa as.ın bedenselliğine teveccüh etseydi , o zaman her nutfenin istıva etmesi gibi istıva etmiş, bürümüş olmayacaktı. Bu teveccühle de ona ruhaniyet verip bizim olduğumuz gibi onun da babası olacaktı. (1-203)

Yani İsa as. Bedenselliğin ve ruhaniliğin ortak ürünüdür. (1-203)

Ayrıca doğası itibariyle masumdu. (1-203)

Ben ancak sizin gibi bir beşerim . (Kehf-110) Böylece bu açıdan bizimle O’nun arasında bir bağ kurulmuştur. (1-204)

İsimlerin ve mevcudatın hakikatlerini bütünüyle kapsayan , onların başında gelen, onlara hakim ve egemen olan isim, Allah ismidir. Allah ismi , hem zata, hem sıfatlara hem de isimlerin delilidir. Mertebe olarak Ondan sonra rab ismi gelir. Rububiyet mertebesi uluhiyet mertebesinin üstünde olduğu için, bu mertebeye ait olan rab ismine yemin etmiş ve ondan başka isimlere yemin etmemiştir. (1-215)

Acıkan biri, ey Rezzak (rızık veren) der. Fakat bazen bu ismi bırakıp ; Ey Allah! dediğini görüyoruz. Bu sırada Rezzak ismi, ben ikinci mertebeyim demektedir . Ama bu bağlamda , ey Rabbim! Dese bunun anlamı ; ey Rezzak! Değildir. Anlamı: Ey terbiye eden, ey besleyen veya ey ıslah edendir. (1-216)

İman kalplerin amelidir. (1-218)

Allah şöyle der:Ey kulum! Benim için birini dost edindin mi?.. Benim için birine düşman oldun mu?.. İşte sırf benim için olan amel budur. (1-224)

Yüce Allah; kendisi için öfkelenmemizi, ve gücümüz yetiyorsa, bu bağlamda sabretmememizi emretmiştir. Buna karşılık ; kendimizle ilgili hususlarda affetmemizi, hoş görmemizi emretmiştir. İşte bu Allah’ın ahlakıdır. (1-226)

Haşirde sıratı (yolu) cehennemin üzerinden geçirecektir ki , ona uğramadan karşıya geçen kimse kalmaz. (1-234)

Bil ki insan , berzahta gölge ile güneş ışığı arasındaki çizgi gibi mevcut bir varlıktır. Berzah; iki denizin birleştiği noktada ikisini bir birinden ayıran mevhum çizgi gibidir.


Yüce Allah, hem yüceler aleminin hem de sufli (aşağı) alemin rabbi olduğunu haber veriyor. İnsan dediğimiz bu berzah (ara varlık) ulvi ve suflinin birleşiminden ibarettir. (1-235)

İnsan varlığın maksadı olan külli anlamdır. (1-236)

Değişim hep baki kalır. (1-240)

Salat ve selam basiretler makamından davet eden Hz. Muhammed’in ve önceki ve sonraki ehlibeytinin üzerine olsun. (1-247)

“O” Yaratan, var edendir.(Haşr-23) . Bu ayetlerde görüldüğü gibi , “O” dan sonra yer alan isimler , “O” nu ve alemde özel olarak meydana getirilmesi istenen hadiseleri açıklamaktadır. Dolayısıyla isimlerin tümü “O” nun tercümanıdır. (1-249)

Eğer kendi benliğinle desen , bu sensin, O değil. Eğer O’nun benliğiyle desen , diyen sen değilsin. Dolayısıyla ne anlam yoluyla ne de şekil yoluyla kesinlikle birleşme olmaz. (1-252)

Allah’ın emri “Kaf” ile “Nun” arasındadır. (1-255)

Sahili olmayan bir denizde Yesrib’li Muhammed’in gemisinde gözlerimizi açtık.(1-259)

Ben “benim”le sende olduğumda ve sen “sen”i ortadan kaldırdığında ,benden zuhur eden, senden zuhur eder. Bakan biri , “senden” görüneni senden sanır, oysa benim “benimden”dir. Sana öğrettim ; beni istediğin zaman , sende senin benliğinden bir şey kalmamalı. Çünkü benim varlıklarla olmam imkansızdır.(1-262)

Yedi kat göğün ve yedi kat yerin günleri yoktur; günler, yörüngelerinde sabit olan yıldızların feleklerine aittir. (1-268)

Muhakkiklere gelince, ezel kavramı, onlara göre, kadimlik hükmündedir ve öncesinin olmasının nefyedilmesi (Nefy = Sürgün etmek. Birisini kendi rızası olmadan, bir yerden başka bir yere nakletmek, sürmek) anlamınadır. Dolayısıyla selbi bir sıfattır , temel bir sıfat değildir. (1-272)

El-Bari (Yaratıcı) kendisiyle mevcuttur (vardır), vücudunu (varlığını) hiç kimseden almamıştır. “O” Subhanehu “AHAD” Tek’dir. Yani ; O’ndan başka bir şey yoktur. Alem ise onunla vardır, varlığını O’ndan almıştır. Alem zati ile mümkün, başkasıyla da vacibül vücuttur. Çünkü başkasından edinmiştir varlığını. Yaratıcı ise vacibül vücuttur, varlığını başka bir şeyden edinmemiştir. (1-273)

Eğer perde olmasaydı, belki de kevn iptal olurdu. (1-277)

Allah alemi normal, düzgün bir beden olarak yarattı ve Adem’in as.da bu bedenin ruhu olmasını öngördü.
...

Bu yüzden “alem büyük insandır” denilir. (1-287)

İnsan Allah’ın kulu , aleminse rabbi (idarecisi) dir.

Yani rablığı itibariyle insandan daha aziz, kulluğu itibariyle insandan daha zelil bir varlık yoktur. (1-288)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 04

Zati bağış ancak isimlere tecelli etmekle gerçekleşir. İsimlerden kaynaklanan bağış ise hicapla beraber olur, bu bağışları alan biri onları ancak sahip olduğu kapasite oranında alır. (1-288,289)

O’nu bilmek , hadis (sonradan olma) özelliklerden O’nu tenzih etmek demektir. (1-289)

Amel mekana ( yere) , ilim ise mekanete (makama) yöneliktir. (1-290)

Allah katında din İslam’dır. İslam’ın anlamı ise boyun eğmektir. (1-292)

Nur keşfeder ve keşfettirir. Nurun en tamamı ve en büyüğü , yüce Allah’ın rüyada tecelli eden ve görülen suretler aracılığıyla irade ettiği şeyleri keşfettirenidir. Buna da tabir denir. (1-292)

Bütün yollar Allah’a varır. Allah bütün yolların gayesidir. Dolayısıyla bütün yollar sırat-ı müstakimdir. (1-293)

Ve yüce Allah, kulun kalbinde yer aldığını bildirmiştir. Rahmeti ise O’nu kapsamaz. Çünkü rahmetin hükmü ancak hadis (sonradan olma) varlıklara taalluk eder.
...

Hakk , özü itibariyle ve kendisi olarak değişmediği halde suretler içinde değişip durmaktadır.


Kalbin aksine akıl sınırlıdır. (1-294)

Güçlü kale onun hayatını yönlendiren ve onu terbiye eden Hak’tır.


Bil ki; her Resul Nebi’dir, her Nebi Velidir ve her Resul Velidir. (1-295)

Ruhun bir özelliği nereden geçerse orayı canlandırmasıdır. (1-295)

(Saba melikesi Belkıs’a) Gösterilen taht da suret olarak tahtın aynısı değildi. (1-296)

Davud’a bir lütuf olarak kendini bilme, tanıma lütfedildi ve bunu O’nun ameli gerektirmiş değildi. (1-297)

Davud Allah’ın halifeliğine ve imamet görevine tayin edilmişti. (1-297)

Sabretme veya durumu Allah’a şikayet etme arasında aslında bir çelişki yoktur. Eyyub, gösterdiği sabırla Allah’ın kudretine , yapabilirliğine direnmemiştir , Allah , bu özelliği sebebiyle de Eyyub’a önce sıhhatini sonra ailesini ve onlarla birlikte (elinden çıkanların) benzerini verdi. (1-298)

Kefaret ibadettir. Kefaret emri , adaktan daha hayırlı olması durumunda adağın bozulması emri anlamındadır. (1-299)

Bir kimse eşiyle cinsel ilişkiye girerken , orgazm olduğu sırada varlıkların en üstününü hayal etsin. O zaman doğacak çocuk , o kimsenin bütün özelliklerini değilse de önemli bir kısmını üzerinde taşır. (1-299)

Musa as. İçin Harun as. , Hz. Muhammed’in sav. dünyadan ayrılmasından sonra onun yerine geçen naibleri konumundadır. O halde varis, kime varis olduğuna , kimin naibi olarak tayin edildiğine baksın.
...

Kim tasarrufları itibariyle onun ahlakı üzere olursa , sanki oymuş gibi olur. (1-300,301)
İşlediğin hiçbir ameli hakir görme. Çünkü Allah bu ameli yaratırken ve bizim üzerimize vacip kılarken küçümsememiştir. (1-305)

Filozoflardan biri şöyle demiştir: “Dilden başka uzun süre zindanda tutulmayı hakkeden başka bir şey yoktur. Allah onu iki dudağın ve dişlerin arasında yarattığı halde yine de kapıyı açar ve uzun uzun fuzuli yere konuşur.” (1-305)

Dilenciye yedir, içir. Çünkü o , senden dilenmesi sebebiyle seni, kullarına yediren ve içiren hakkın menziline çıkarmıştır. (1-306)

Süslenmeye, güzel görünmeye dikkat et. Çünkü bu başlı başına bir ibadettir. (1-306)

Allah şöyle buyurmuştur: Nimetin benden olduğunu gördüğün zaman bu şükrün hakkıdır. (1-307)

Sadece Allah’a yönelmek gerekir. İnsanlar sebeplere dayandıkları sırada Allah onlara azap eder, çünkü sebepler her zaman yitip gidebilecek olgulardır. (1-307)

Adı sanı bilinmeyen silik bir kişi olmaktan ayrılma.
...

Sana, yerine getirmen durumunda mutlu olacağın bir şeyi tavsiye eden kişi Allah tarafından sana gönderilmiş bir elçidir. (1-308)

Elinden geldiğince ihtilaflardan, tartışmalardan uzak dur. (1-309)

Yaşamak için ye, rabbine itaat etmek için yaşa. (1-312)

Ey Ali!.. Yemeğe tuz ile başla , tuz ile bitir. Çünkü tuz yetmiş hastalığın şifasıdır. Hadis- (1-312)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 05

El Salik: Makamları ilmiyle değil, haliyle geçen kimse. İlim onun aynıdır. (1-318)

El Budela: Bunlar yedi kişidir. Bir kavimden ayrılan kimse, yerinde kendi suretinde canlı bir beden bırakıyorsa ve kimse onun kaybolduğunu anlamıyorsa, işte bu kimse Bedil’dir… (1-320)

El Cem: Halksız hakka işaret etme.Cem’ul Cem:Bütünüyle Allah’ta tükenme isteği. (1-321)

Es Sekr:Güçlü bir varitle yitip gitme, kaybolma.El Mahv (Silinme) : Adet vasıflarının ortadan kalkması. (1-322)

İlme’l Yakin:Delilden anlaşılan ilim.Ayne’l Yakin: Müşahede ve keşiften anlaşılan ilim.Hakka’l Yakin: Gözlemlenen şeyden irade edilen hususun ilimde hasıl olması.(1-323)

Er Riyazet:Edep riyazeti, nefsin tabiatının dışına çıkmaktır.El Mücadele:Nefsi bedeni meşakkatlere ve her durumda hevaya muhalefet etmeye zorlamak demektir. (1-324)

El Mekr:Allah’ın emirlerine muhalefet eden kimsenin bu halinin devamına rağmen nimetlerin ard arda gelmesi. Kötü edebin varlığına rağmen halin devam etmesi.El Gurbet:Maksudun peşinde vatandan ayrılmak anlamında kullanılır…Er Rağbet:Nefsin rağbeti sevaba, kalbin rağbeti hakikate, sırrın rağbeti hakka yöneliktir. (1-326)

El Hürriyet: Kulluk hukukunu Allah için ikame etmek. Bu hukuku ikame eden kimse Allah’tan başkasından azadedir,hürdür. (1-327)

El Havf (Korku): Geçmişteki menfi şeylerden sakınman.Er Reca (Umut) : Gelecek ümidi, beklentisi. (1-329)

El Arif ve’l Ma’rife (Arif ve Marifet): Rabbin kendisini gösterdiği ve bunu neticesinde üzerinde bir takım haller zuhur ettiği kimseye arif, onun haline de marifet denir.Er Rida: Hakkın sıfatlarıyla zuhur etme. (1-330,331)

Biz bu sözleri, amel edenler içinde nimetleri gaye edinen, nimet yığmak için çabalayan kimselere cevap olsun diye söylemedik. Bize göre bu işi yapanlar, kendileriyle uğraşılmayacak, kendilerine dönüp bakılmayacak kadar değersiz ve hakir kimselerdir. Bizim amacımız, sabit mahalline varmadan müşahede lezzeti almak için acele edenler, menziline ulaşmadan fena bulmaya çabalayan , Hak yolda alemlerden uzaklaşıp kendini Hak’da yok etmeye çabalayanların hazzını açıklamaktır. (2-22)

Hak’ta fena bulma zamanı , insanın içinde bulunduğu makamların en yükseğini terk etme zamanıdır. (2-22)

Sen ikinci zamanda , aslında birinci zamanda senin için kararlaştırılmış bilginin suretini görüyorsun. (2-23)

Halktan uzak olduğun oranda Hakka zahiri ve Batıni olarak yaklaşırsın. (2-23)

Riyazet; ahlakı arındırmaktan, hafif meşrepliği terk etmekten ve eziyetlere katlanmaktan ibarettir. (2-25)

Bir kimse, evinde uzlete çekiliyorsa, buna karşılık halkın kendisine gelip gitmesi için kapısını da açık tutuyorsa , onun amacı liderlik ve mevki elde etmektir. Ve böyle bir kimse Allah’ın kapısından kovulmuştur. (2-25)

Halvetin esnasında , O’ndan , kendisinden başkasını isteme. (2-26)

Çeşitli yiyecekler önüne konulursa, sen bunların içinde suyu iç. Su yoksa sütü iç.Ama ikisini birlikte içersen daha güzel olur. Bal da içebilirsin. Şarap içmekten sakın; ama yağmur suyuyla karışık olması başka.Eğer nehir ve çeşme sularıyla karışıksa, bunu içmenin hiçbir yolu yoktur. (2-27)

Kamil o kimsedir ki , bütün dillerle münacat eder. İşte, gayesinin doğrultusunda hareket ettiği sürece sadece bu kimse Muhammedî’dir. (2-33)

Bil ki, Nübüvvet ve Velayet şu üç hususta ortaktır:Birincisi; kesbi bir öğrenme çabası olmaksızın bilmek.İkincisi; normalde bedenen yapılamayan veya bedenin yapma gücü bulunmayan şeyleri himmetle yapmak.Üçüncüsü; hayal alemini his dünyasında görmek. (2-34)

Bil ki, Allah’ın her Velisi, her ne alırsa alsın, şeriatına bağlı olduğu Nebi’nin ruhaniyeti aracılığıyla alır ve şahit olduğu şeylere bu makamdan şahit olur.Fakat Velilerin bazısı bunu bilir, bazısı da bilmez ve , “bana Allah bunu söyledi” der. Oysa bunu söyleyen , dediğimiz ruhaniyetten başkası değildir. (2-35)

Bilen kime her zaman susuzdur ve bilgi bahşeden de daima onunla ilintilidir.(2-39)

Benliğim un ufak oldu, görününceTek’in benliği vadiden (2-53)

Vâris olduğun gibi, senin varislerinin olması da kaçınılmazdır. Bu takdirde halka yönelttiğin her yükümlülükte şefkatli ol. (2-68)

Zahir oldun , hiç kimseye gizli değilsinSadece yaratıcıyı bilmeyene gizli olursun. (2-69)

Eğer cömertlik (cud) olmasaydı varlık (vücud) zuhur etmezdi , kerem olmasaydı hikmet belirmezdi. Eğer başkasını kendine tercih etme olmasaydı, sırlar ortaya çıkmazdı. (2-71)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 06

Allah’ın zikriyle sevinir kalplerBilinenler ve gaipler açıklığa kavuşurZikri terk etmek her şeyin en faziletlisidirÇünkü zatın güneşinin batması yokturAllah’ın zikriyle günahlar bağışlanır Basiretler ve kalpler sevince boğulur Durum olarak zikri terk etmek bundan daha faziletlidirÇünkü güneş batmayacaktır. (2-74,75)

Cömertlik efendiliktir. Başkalarını kendine tercih etmek ise kulluktur. (2-76)

Kişinin Müslümanlığının güzelliğinin göstergelerinden biri de kendisin ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesidir. (2-78)

Sırrın sırrı sana yükseltildiği, çift tekle buluştuğu zaman, O’dur, sen değilsin. Hak ortaya çıktı , sen gizlendin … (2-86)

Kul için en iyisi ; Mevlasından , sahibinden başkasıyla beraber olmamasıdır. (2-87)

Oğlak burcuna ve iki kutup yıldızına baktım. Onların iki alemin imamları olduklarını fark ettim. (2-93)

Bütün Peygamberlerin öldüklerini gördüm. Çünkü onları birbirinden ayrı olarak gördüm. Hakikati talep ettim . Bana denildi ki; Yoldan ayrılıp fena bulmadıkça göremezsin. Çünkü suretin kemali, miraç ve akıl ehline görünmez. (2-93)

Zahir iki nehir, kitabı okumak ve sünnete sarılmak , Batın iki nehir ise tevhit ve minnetti. (2-94)

Sen olmasaydın, kulluk edilmezdim . Birlenmezdim. Çağırmazdım, icabet edilmezdim.Dua edilmezdim, dualara icabet etmezdim. Şükredilmezdim, inkar edilmezdim, batın veya zahir olmazdım. Takdim etmez, tehir etmez, sonlandırmazdım. Emretmez, gizlemez, açıklamaz,haber vermez ve işaret etmezdim. (2-113)

Yok olurken de var olurken de ben olduğum gibiydim. (2-114)

Kulum! Anlattım sana ki , arş senin gölgendir. (2-115)

Gördün ki, kulluk eden mabudun kendisidir. (2-116)

Seni müsebbip aracılığıyla sebepten perdeledim. (2-116)

Sen tek başına kendi ırmağında yüz. Kendi kitabında yazılanları oku. Seni bembeyaz inciyle , el değmemiş, insan ve cinlerden hiç kimsen dokunmadığı, zihinlerin ve gözlerin erişemediği eşsiz bakireyle nikahladım. (2-125)

Dedi ki:-Peki niçin Ona secde ettiler?Dedim ki:-Çünkü tayinin sahih olduğunu gördüler.Dedi ki:-Secde etmekten yüz çevirip büyüklenen niçin yüz çevirdi?Dedim ki:-Çünkü çamur boyutu Onun parlak nurunu perdeliyordu.
...

Dedi ki:-Avret yerlerinin açığa çıkmasının sırrı nedir?Dedim ki:-Olabilecek amaçlarını bizzat gözlemlemeleri için.…
Dedi ki:-Niçin sadece Adem günahla suçlandı, eşi değil?Dedim ki:-Çünkü eşi onun küllünden bir cüzdü.…
Dedi ki:-Ayaklarının kayması niçin şeytana izafe edildi,halbuki buna gücü yetmezdi.Dedim ki:-Çünkü sen şeytanı görünür alemde eksikliğin sıfatı ve hüsranın delili kılmışsın. (2-127)
Dedi ki:-Peki niçin nalınlarını çıkardı?Dedim ki:-Bu, insanın ikiliğinin ortadan kalkmasına yönelik bir işarettir. (2-130)

Dedi ki:-(Musa as.) Niçin elini koynundan lekesiz çıkardı?Dedim ki:-Bununla insana , gaybinden çıktığı zaman illetlerinden beri olduğuna işaret ediliyor. (2-131)

Dedi ki:-Niçin İsa as. Ruh ile desteklenmiştir?Dedim ki:-Onu bir kalem bir levhe yazmış değildir. O ana rahmine şehvetsiz ilka edilmiştir. (2-132)

Eh, söyle bakalım?.. Yıldızın , ayın ve güneşin varlığı nedir?Dedim ki:-Ruh, akıl ve nefis üzerine itaat etmektir. (2-133)

Dedi ki:-Niçin vahiy uykuda gelmiştir?Dedim ki:-Bu alanda hissin yerleşeceği yer olmasın diye. (2-134)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 07

Her malum (bilinen), kendisine ilişkin bilgi kapsamında mevcuttur ve kendisini bilen açısından zahirdir.Bilen onu görmekte ve işitmektedir; yok olsa da. (2-140)

Ebu Said el- Harraz’a sorulmuş :-Allah’ı ne ile bildin?..-İki zıttı bir arada bulundurmasıyla, diye cevap vermiş. (2-141)

Şüphe yoktur ki , isimlerden birinin egemenliği altındasın, ister bunu bil,ister bilme, ister bu ismin müşahedesine vakıf ol ister olma. Çünkü seni hareket ettiren, durduran veya renklendiren ve yerleştiren isim sana diyor ki : “Ben senin ilahınım”. Bu sözü doğrudur. Senin de ; “Allahu Ekber!..” demen gerekir.(2-142)

Nefis , kendi elinin kazancıyla beslenmediği zaman cömertliğin ve bağışın tadına varamaz. (2-148)

Allah, aklın fikri ve nazarıyla kendisini bilmesinden münezzehtir. (2-149)

Kemali ancak başkasına bağlı olan şey yoksuldur.Allah’tan başka her şeyin durumu da budur. (2-149)

Allah ehli olanlar, aynel yakine ulaştıkları ve ilmel yakini haddinden fazla önem vermedikleri (burun kıvırdıkları) için kurtuluşa erdiler. (2-149)

Fikir var oldukça , kişinin mutmain olması, sükunete kavuşması imkansızdır. (2-149)

Bir gün senin ağladığını görmüş. O ve orada bulunup ağladığına tanık olan başkaları , ağlamanın sebebini sormuşlar. Sen şu cevabı vermişsin:“Otuz seneden beri inandığım bir mesele vardı.Biraz önce karşıma çıkan bir delil sayesinde bu meselenin benim inandığım gibi olmadığını anladım.Bu yüzden ağlıyorum.Şimdi oluşan kanaatimin de önceki gibi olmasından korkuyorum!..”Bu senin sözündür. Aklın ve fikrin mertebesini bilen bir kimsenin sükunet bulması veya rahat etmesi imkansızdır. Özellikle Allah’ı bilme hususunda. Kişinin Allah’ın mahiyetini gözlemle, ilmi nazarla bilmesi imkansızdır. (2-150)

Varlığını Allah’tan başkasından alan birinin bizim nezdimizdeki hükmü , hiçbir şeydir. Arif, kesinlikle Allah’tan başkasına dayanmaz. (2-151)

Allah ismi bütün isimleri (esmaları) kapsamaktadır. (2-151)

Suda boğulmakta olan bir kimse “Ya Allah” dediği zaman , bu “Ya Gayyas=yardım eden” veya “Ya Munci=Kurtarıcı” veya “Ya Munkiz=Kurtarıcı” demektir. Ağrıları olan birisi “Ya Allah” dediği zaman bunun anlamı “Ya Şafi=Şifa veren” veya “Ya Muafi=Sağlık bahşeden” ve benzeridir. (2-152)

Nefis ahiret alemine intikal ettiği zaman , bu ilimlerin (dünyevi) tümünü geride bırakır. Şu halde akıl sahibi bir kimse bu gibi ilimlerden sadece ihtiyacın zorunlu kıldığı kadarını edinmelidir. Öyle bir ilim edinmelidir ki, taşındığı her yere bu ilim de kendisiyle beraber intikal etsin ve işe yarasın. Bu da iki ilimdir. Biri Allah’ı bilme, diğeri de ahiret menzillerini, ahiret makamlarının gerektirdiği görevleri bilmedir. (2-153)

Rububiyet sırrını ifşa etmek küfürdür.Ariflerden biri;”tevhidi açıkça dile getiren ve vahdaniyet sırrını ifşa eden kişinin öldürülmesi on kişiyi yaşatmaktan daha efdaldir!..”, demiştir.Biri de şöyle demiştir:Rububiyetin bir sırrı vardır ki , eğer bu sır açıklansa Nübüvvet iptal olur. Nübüvvetin de bir sırrı vardır ; şayet açıklanırsa ilim iptal olur.Allah’ı bilenlerin de bir sırrı vardır;eğer bu sır açıklanırsa hükümler iptal olur. (2-157)

İlimler üç kısma ayrılır: Zahir ilmi, zahir ehline bıraktık. Batınî ilim, onu da ancak ehli olanlara açıklayabiliriz. Bir diğer ilim de vardır ki , alim ile Allah arasında bir sırdır. O alimin imanının hakikatidir, onu zahir ehline de batın ehline de açıklamaz.Ondan önce selef ulemasından biri şöyle demiştir: Bir alim , bir kavme akıllarının ermediği bir ilmi anlatıyorsa , onları fitneye düşürmüş olur. (2-158)

Allah şeriatın zahirini senden gizlesin ve sana küfrün hakikatini açsın. Çünkü şeriatın zahiri gizli şirktir, küfrün hakikatı ise açık marifettir.


Allah’a aldanma , ama O’ndan ümidini de kesme. O’nun sevgisini arzu etme;fakat O’nu sevmeyen biri olmaya da razı olma. O’nu ispat etme, ama nefyetmeye de meyletme. Aman ha, tevhitten sakın , vesselam!... (2-160)

Mahlukatı ve Allah’tan başka her şeyi, Allah açısından eksiklik gözüyle görmeye itibar edilmez.


Eşyadan uzak durma çabasına (zühde) rağmen eşyada Hakkı görme iddiasına itibar edilmez.


Hakkı mahlukatın varlığının delili olarak ele almak doğru değildir. Buna itibar edilmez. (2-167)

Zorluk anında Hakkı bulamaya itibar edilmez. (2-168)

Büyükler, başkasını kendine tercih etmeye itibar etmezler.


Zanna itibar edilmez.Bazı günahlardan Tevbe etmeye itibar edilmez.Bazı işlerde tevekküle itibar edilmez.Sana Allah’ın tuzağından emin olma duygusunu aşılayan hiçbir hale, keşfe veya bilgiye itibar edilmez. (2-169)

Şeriatın emrettiği bir amelin işlenmesi ve terk edilmesi, mükellefte bu emrin gerektirdiği üç hakkı, yani Allah’ın bu ameldeki hakkını, mükellefin kendisinin bu ameldeki hakkını ve kendi içindeki hakkını hatırlamıyorsa, bu amele itibar edilmez. (2-170)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 08

Bir Tevbe genel olmuyorsa, o Tevbe değil, terktir, bu yüzden itibar edilmez ve Allah da bunu Tevbe olarak kabul etmez. (2-171)

Fenadan sonra olan bekaya itibar edilmez.Beka vermeyen hiçbir fenaya itibar edilmez. (2-171,172)

Musibete karşı sabretme,seni, bu belayı kaldırması için Allah’a dua etmeye yöneltmiyorsa , ona itibar edilmez. (2-171,172)

Şeriatın bir hükmüne iman ederken içinde onun aksini tercih etme eğilimini bulabiliyorsan , bu imana itibar edilmez. (2-172)

Bir şükür beraberinde daha fazla şükrü doğurmuyorsa ona itibar edilmez. (2-173)

Bir özgürlük seni Allah’a köle olmaktan müstağni kılıyorsa,ona itibar edilmez. (2-173)

Eğrilikte görülmeyen doğruluğa itibar edilmez.Yayın eğriliği gibi . Nitekim bütün eğri cisimlerin eğrilikleri aslında onların doğrulukları demektir. (2-173)

Sınama aracı olmayan belaya itibar edilmez. (2-173)

Ahlaktan yoksun tasavvufa itibar edilmez.Tahkik makamı , çoklukta teklik düşüncesini vermiyorsa, ona itibar edilmez.


Hizmetsiz hürmete itibar edilmez.Hürmetsiz hizmete de itibar edilmez


Azıksız yolcunun peşinden gidilmez. (2-175)

Keşif yoluyla Allah’ın tuzağından emin olmakla ilgili olarak gelen müjdeye itibar edilmez.


Tevhitte artışa itibar edilmez.


Dilini susturan , ama işaretlerle konuşan kişinin suskunluğuna itibar edilmez. (2-176)

O namazında yolculuğa çıkmış, sen de zihninde onun peşinden gittiği yere gitmişsin. Aranızda ne fark var? Nerede Allah!...


Sana zahirini göstermeyen batına itibar etme!.. (2-177)

Allah’ın takdir ettiği her şeye rıza göstermeye itibar edilmez. (2-178)

Edep, ilimle ameli birlikte barındırmıyorsa , ona itibar edilmez.


Haktan başkasıyla sohbete itibar edilmez.


İlahi bir şühut, sergiledikleri azamet itibariyle mahlukatı tazim etme duygusunu sana vermiyorsa, ona itibar edilmez. (2-179)

İnsanların zararından kurtulmak için istenen uzlete itibar edilmez.Ama insanların kendisinin zararından kurtulması için kişinin istediği uzlete itibar edilir.


Korkunun sebebi zat değilse , ona itibar edilmez.Basiretsizlikten kaynaklanan umuda itibar edilmez.


Bir tevekkülde Hak vekil değilse , ona itibar edilmez.


Bir makamın senin üzerinde hükmü kalırsa , ona itibar edilmez. (2-180)

Senden istifade ettiği şeyden dolayı seninle arkadaşlık edene itibar etme.


Allah için seninle arkadaşlık edene güven, itibar et.Allah için arkadaşlık ettiğinin belirtisi sana nasihat etmesi ve açıklandığı zaman hakkı kabul etmesidir. Şayet kabalığı varsa dahi , bunun, ona veya sana mutlaka bir faydası vardır.


Varlıkta hiçbir hal yoktur ki, bütün ilahi isimlerin onda bir hükmü olmasın,ona yönelik bir nazarı olmasın.


Furkan (hak ile batılı ayırma) ile sonuçlanmayan takvaya itibar edilmez.


Sana zorluklardan çıkış yolu sağlamayan takvaya itibar edilmez.


Senin gerçekleştirdiğin zikri, hakkın senin zikrini dinlemesi ile sonuçlanmıyorsa , buna itibar edilmez. (2-182)

Bir kimse isimlerin ilminin kendisine verildiğini sanıyorsa, ama kendinde etki gücünü bulamıyorsa , bu bağışa itibar edilmez. (2-183)

Külliliğin bakımından hemen Ona secde et, bütün alemin secdeleri olarak.O zaman secdende bütün alemin secdelerinin hakikatlerini ifa ettiğini göreceksin. Eğer bu gerçeği göremezsen secde etmemişsin demektir.


O , külli secdede her secde edenin dilinden sana seslenir.


Özel secde ancak namazda kabul olur, ki bu kalbin secdesidir.Her kalbin secdesi de bilgisi ile sınırlıdır. Bilgisi de kendisine hakkın tecelli etmesi miktarıyla sınırlıdır. Bu iki secde , elbiseleri çıkarmak, kevni atmaktır. Aksi takdirde çokluğun varlığı ile birlikte özel secdeler nasıl sahih olabilir?... (2-188)

Kevnde canının çektiği her şeye aşık ol; O, bunu kıskanmaz. Nefsine aşık olma , bunu kıskanır. Çünkü sen , zatınla maşuka tekabül edersin, O ise seni onun için ister. (2-189)

Mahlukla birlikte rahatlık yoktur. (2-189)

Kim, bir aşık gibi dünyaya iltifat eder bağlanırsa,bunun neticesinde dininden bir şey alınırsa, ondan cennetteki yüz derece gizlenir ve cehennemde ki yüz dereke onun için hazırlanır. (2-189)

O’nu bilme hususunda ruhunun payına düşeni verdiğin gibi, O’na ibadet etme hususunda bedeninin payına düşeni de ver. (2-190)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 09

Hakkı unuttuğun zaman , sana onu kimin unutturduğuna bak; eğer hakkı sana unutturan şey, onun sana emrettiği bir şeyse, bil ki hak seninle beraberdir ve sen de onun emriyle berabersin, onunla değil. Eğer hakkı sana unutturan şey , onun nehyettiği bir şeyse , ne sen onunla berabersin, ne de O seninle beraberdir.Kim haktan başkasına güvenip dayanırsa, ona yönelik yardımını, bir tuzağa dönüştürür ve o bunun farkına bile varmaz. Şahsınla ilim denizine dal; eşyanın hakikatine ulaşırsın. (2-191,192)

Bil ki, rububiyete iman hidayeti artırır. Uluhiyete iman ise hidayetin kendisidir. (2-192)

Allah’a itaat eden biriysen , Allah’a itaat eden her şey senin cinsindendir(2-193).

Yokluğuna dön; çünkü yokluk senin kadimliğinin niteliğidir ve Allah onda senden razıdır. Hakka itaat edip de ölen kimse ölmemiştir. (2-194)

Her seven , sevdiğine kavuşmuş olsa da özlem duyar.…“Haydin namaza” diye seslenildiği zaman zatına haber ver.


İlim talep eden cahildir, ilmi terk eden de.…
İlmin malumu varlıktır. Görmenin görüneni ise zattır.…İlim , içinde zulüm olmayan bir karanlıktır. (2-196)

İsteyen de kazanın dışına çıkamaz, istemeyi terk eden de. (2-198)

Bir şeyi seven onu kıskanır. Kıskanan sevgiyle beraberdir, sevgiliyle değil. Hakkı seven ve onu kıskanan , onu ancak hayal huzurunda sevmiştir. Hak ise vehmin ve hayalin hakimiyeti altına girmez. (2-198,199)

Senin hakkı görmen , onunla yüzleşmeni engelleyen sen kaynaklı bir perdedir. (2-199)

Kalplerin görmesi saflıklarıyla orantılıdır. (2-199)

Hakkı dünyada basiretle, ahirette ise gözle görürsün. Ahiret daha üstün olduğuna göre göz daha üstündür. (2-199)

Dua ibadettir, zikir efendiliktir.Dua eden, Ona ulaşır, yanına girer. Zikredense , onun yanındadır. Dua seslenmektir. Seslenmek ise uzaklığı ifade eder. (2-200)

Ama O’nu O’nun için zikret.Çünkü zikir Allah için, dua ise Allah katındaki nimetler içindir. (2-200)

Allah’ın bir kavmi de vardır ki, onlar O’nu her şeyde görürler. B yüzden bir şeyden başka bir şeye kaçmazlar. (2-200)

Hiçbir şey Haktan uzaklaşmadığı gibi hak da hiçbir şeyden uzaklaşmaz. (2-201)

Zahir ve batın , birbirinden ayrılmayan ikiz kardeşlerdir. (2-203)

Cansız varlıklar senden daha iyi kulluk etmektedirler; onların ibadeti zatidir.
(2-206)

Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde akasından konuşur. (Şura-51) Muhatap olan kimse üzerinde beşer ismini taşıdığı ve beşeriyet niteliğinden soyutlanmadığı sürece ona hitap doğrudan yöneltilmez. Alemde gerçek fail, eksiksiz ve kamil iktidara sahip yüce Allah olduğuna göre , perdelenmiş ve perdelenmemiş kullarına hitap eden O’dur. İki gurup arasındaki üstünlük farkı, bulundukları makamların kendilerine kazandırdığı meziyetlere göre belirginleşir. (2-210)

Aklına tapan, kişisel görüşüne tabi tabi kimseler için durum farklıdır. Onlar bu uğurda en ağır meşakkatleri çekseler de böyle bir lütfa mahzar olmazlar, çünkü onlar Allah’ın yakınlaşma vesilesi olarak öngörmediği ibadet şekillerini ihdas ederek uygularlar. (2-211)

Asıl aşağılama, tekebbür edene karşı tekebbür ederek onu aşağılamaktır. (2-215)

Allah’a karşı kibirlilik edenin karşısında kibirlen, çünkü senin mütevazılığın budur. Kibirlenenlerin büyüklenmeleri karşısında , bunun Allah’tan olduğunu bilsen de tevazu gösterme. Çünkü büyüklük O’nun bir sıfatıdır; ancak imkansız için de O’nun bir hükmü vardır. (2-217)

Tevazu , başı öne eğmek veya hizmet etmek yahut falanca hakkı eda etmek değildir. Bu saydıklarımızın tümü reislere karşı dalkavukluk etmenin, onların nezdinde mevki edinmek için hoş görünmeye çalışmanın göstergeleridir. Asıl tevazu, Allah’ı bilmenle arkadaşlık etmendir. Kendini bildiğin tanıdığın zaman rabbini bilir, tanırsın. Rabbini bildiğin zaman , O’nun katında olup da sana ait olan şeyleri ve de sende olup O’na ait olan şeyleri de bilirsin. (2-218)

Bak, üfleyen biri , bir tek nefesi ile kandili söndürürken, tutuşmuş kuru otları da alevlendiriyor. (2-220)

Hak için haktan ayrılma, o zaman Hakkı bulursun. Hakkı yollarda arama, çünkü ortada O’na giden bir yol yoktur. (2-221)

Şekillendirilen her şey kevndir. (2-221)

İlim malum değildir.Çünkü insan bir şeyi bilir, ama bu bilme o şeyin kendisi değildir. İlim bazen malumun kendisi de olur. Çünkü ilimle ilim bilinir. (2-221)

Hak, kulu, ondan sadır olan şeylerden dolayı cezalandırır. (2-223)

Hakka uyana da muhalefet edene de merhamet et. Çünkü bu durumu taksim eden O’dur. Kafir, mü’mine merhamet ettiği zaman , Allah, onun azabını hafifletir.Mimin kafire merhamet ettiği zaman , Allah onun ödülünü eksiksiz verir. (2-223)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 10

Halka hakkın gözüyle bakan onlara merhamet eder. İlim gözüyle bakansa onlara buğzeder. (2-224)

O’na dua ettiğin zaman , O’ndan duanın kabulünü iste; çünkü O, kendisinden icabet istemeyenlerin duasına icabet etmez. Eğer icabet istemeden sadece dua ederse , bu dua, da etmemiş olmaktan farksızdır. (2-225)

Vehb (hibe, bağış) yoluyla Allah’ın zatının bilgisine, kesb yoluyla da varlığının bilgisine ulaşılır. (2-226)

Hak seni kendine çağırırsa , ancak senin üzerinde O’nun sıfatları olduğu zaman çağırır. (2-226,227)

Seni , senin için seve herkese güven. (2-227)

Dedim ki , Ya Rab!.. Ne ile sana yaklaşayım?..
Dedi ki , Bende olmayanla.
Dedim ki , Sende olmayan nedir?..
Dedi ki , Zillet ve muhtaçlık!... (2-228)

Amacı marifetleri ve bilgileri toplamak olan kimse kendisi hakkında cimrilik tanıklığında bulunmuş olur. Bunları toplar ve bir yerde saklar. Sadece Allah’ın keramet sahibi kulları onları bulur. (2-229)

Hakkı idrak etmeyi engelleyen perdeler büyüktürler. Bunların en büyüğü de ilimdir.Çünkü ilim sahibi olunca , O’nu elde ettim , dersin. Herakliyüs peygamberlik bilgisine sahipti, ancak imanı yoktu, bu bilgisi ona fayda sağlamadı. Yahudiler Hz. Muhammed’in sav. gerçek Nebi olduğunu biliyorlardı. Ama bilmeleri onlara fayda vermedi. (2-229)

İblis Allah’ın emrine uymanın gerekli olduğunu biliyordu, ama emre uymadı ve muvaffakiyetten mahrum kaldı.
İlme aldanma. İlim cehaleti ortadan kaldırır ama mutluluğu , saadeti sağlamaz. İlme , imanın eşlik etmesini sağla, o zaman nur üstüne nur olur.
İlmin niçin en büyük perde olduğunu biliyor musun?..Çünkü ilim sahibi kimse malumu ilmi oranında görmek ister… (2-229)

Veli Hz. Muhammed sav. in varisi olursa , kıyamet günü onun ilminden bir çeper ve Burak yapılır, ahiret yurdunda buna istiva eder. Eğer diğer Peygamberlerden as. Birinin varisi ise , o zaman onun amelinden bu makama uygun bir merkep var edilir, ona biner. (2-230)

Alem fena ile beka arasında durmaktadır. (2-231)

Konuşarak öğüt veren de iki türlüdür. Biri taşıdığı bilgilerle öğüt verir, biri de inandığı bilgilerle öğüt verir. Taşıdığı bilgilerle öğüt veren kimse, Hakkın kelamını okur. İnandıklarıyla öğüt veren ise Hakkın elçisi/resulüdür. (2-233)

Kim mutlak olarak “ben” derse, malik olur. Benliği kayıtlandırana gelince , benliği ne ile kayıtlandırdığına bakılır, çünkü o, benliği kayıtlandırdığı şey içindir. Ya helak vardır sonunda ya da selamet.Helak olan mutludur (saiddir), bedbaht (şaki) ise benlikte olandır.
Fena ile senden olan şey O’dur. Beka ile senden olan şey ise sensin.
(2-234)

Liderin gücünün olmayışı ya gücünden kaynaklanır ya da ahmaklığından.


Hakkı arayan O’nu bulur; O’ndan isteyene , verir. Ama isteyen O’nu bulamaz.
(2-235)

Müşrik Hakkı ispat eden, fazladan olarak ortağın varlığını da kabul eden kimsedir. (2-236)

Her insanın hevası tanrısıdır, mabududur. (2-240)

Gölgen senin suretindir , sen de suret üzeresin. Şu halde sen bir gölgesin. (2-242)

Aynalar adedince suretler ortaya çıkar. (2-243)

Hak , kendisiyle ilgili hususlarda işlenen kusurları hoş görür; ama başkasının hakkı ile ilgili hususlarda işlenen kusurları cezalandırır. (2-244)

Cezası hafifletilse ve affedilse de haramı çiğnemek büyük günahtır. (2-245)

Ölümden önce ilim aracılığıyla kendi nefsini idrak et. (2-247)

“Rabbim Allah’tır” , deme, düşmanlarına senin aleyhine fırsat vermiş olursun; ama “Allah Rabbimdir”, de ; Allah ismi düşmanlarını kahreder, senin aleyhine bir imkan bulamazlar. (2-247)

Din ilme, çamur ise mala aittir. (2-247)

Aslından ayrılıp çıkan gariptir. Gurbetin acısı da şiddetlidir. Bedbaht insan ahirette gariptir, mutlu insan da dünyada gariptir. Ne mutlu gariplere. Aslından ayrılıp çıkan gariptir. (2-249)

Senin halka dönük bir zahirin, hakka dönük bir batının vardır. Hak ne zaman senin zahirinde zuhur ederse , halk nezdinde ki saygınlığın ortadan kalkar. Bu senin için mutluluktur. Çünkü seni hak ile baş başa bırakmış olurlar.

Kul Hakkın nezdinden ayrıldığında , ona hizmet edilir ve saygı gösterilir. Hakkın yanına girdiğinde , çok özel kişilerden başka kimse onu bilmez, saygı göstermez. (2-250)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 11

Kim Allah’a gerçekten secde ederse , ebediyen başını secdeden kaldıramaz. (2-252)

Pişip olgunlaşmak değişmenin anahtarıdır. (2-254)

Müzik dinleyenler , içinde Allah’tan başkasının adı anılan şiirler dinleyerek vecde gelenler, mahlukat içinde haktan en uzak kimselerdir. (2-254)

Mümin yardım görür, bunda kuşku yoktur, asla yüz üstü bırakılmaz. Yardımsız yüz üstü bırakılan varsa , o, nereden yardımsız bırakıldığına baksın, orada imanın olmadığını görecektir.Müminlere yardım etmek bizim üzerimizdeki bir haktır.(Rum-47) (2-256)

Sınama amaçlı bela dua ile eş zamanlıdır. Sınandığın sürece dua etme, istekte bulunma. (2-257)

İnsan burada halifedir, ahirette ise sadece insandır. (2-257)

Göç yurdu vatan değildir. (2-257)

Hakkı hak ile bulusun; onu kendinle arama, kendinden başka bir şey bulamazsın. (2-259)

Sana ,”ben hakkım” diyen bir şey gördüğün zaman , ona de ki: Sen Hak ile varsın. (2-259)

Çorak araziye ekin eken , hasat zamanı pişman olur. (2-261)

Arkadaştan korun, çünkü o, senden ayrılmayan düşmandır. Onun Hakka boyun eğmesini sağla ve hak ile meşgul et. Çünkü o, Allah katında bundan dolayı sana teşekkür edecektir. Arkadaşlarından sana en yakın olanı nefsindir. (2-262)

İsteme; çünkü istemek yazılanı değiştirmez. Ancak isteğin yazılanla ilgili olması başka. (2-265)

Senin hakkı görmen, hakkın senin üzerine serdiği bir perdedir. (2-266)

Kim amaçlarından soyutlanırsa, hastalığının şiddetinden emin olur. (2-271)

Her seven , kavuşmuş olsa bile özlem duyar. (2-272)

Alemde insandan başka hiçbir varlık rablık iddiasında bulunmamıştır. İnsanın bu iddiada bulunmasının nedeni de içinde bulunan bazı güçlerdir. (2-280)

Memleketler içinde Kutbun payına Mekke düşmüştür. Bedeniyle herhangi bir yerde ikamet etse de mahalli Mekke’dir, başka değil. Bir kutup, kutupluk mertebesine ulaştığında, her sırrın, her hayvanın, her cansız varlığın, her insanın ve cinin Ona biat etmesi gerekir. (3-22,23)

Kutuplar içinde İsevîler, Musevîler, İbrahimîler, Yusufîler ve Nuhîler var. Her kutup varis olduğu Nebînin mertebesine göre bir mertebeye iner.Ama hepsi de Hz. Muhammed’in sav. kandilinden şık alır. Bu kandil hepsini kuşatmıştır. Kutuplar marifetleri itibariyle birbirlerinden üstündürler. (3-25)

İsa Nebi olsa da bizim adımıza ümmetine imamlık etmektedir. Hadis- (3-26)

Hz. Nebi insanlar karşısında hangi konumda ise biz de aynı konumdayız. (3-26)

Yani biz (Muhammedî ümmet) diğer ümmetler için resul hükmündeyiz. (3-26)

Her kutup da zamanının iyi kötü bütün ehliyle birlikte haşr edilir. (3-26)

Zinnun-i Mısrî’nin , Bayezid’e giden birine şöyle dediğini duydum:Bayezid’e de ki:-Daha ne zamana kadar sürecek bu uyku, bu rahat; kervan geçti!.Adam Bayezid’e gitmek üzere yola çıktı. Yanına vardığında selam verdi ve dedi ki:-Zinnun-i Mısrî sana selam söyledi ve : Daha ne zamana kadar sürecek bu uyku, bu rahat ; kervan geçti gitti, diyor.Bayezid dedi ki:-Kardeşim Zinnun’a de ki : Gerçek erkek odur ki , bütün gece uyur, sabahleyin kervan menziline konmadan önce emin bir şekilde menzilde bulur kendini. (3-34)

Hızır tarikat ehlinin başıdır. Sûfi topluluğunun seyididir. O halde yolun temeli; söz ve fiilde teslimiyettir. Bunun da örnekleri o kadar az ki!. (3-43)

Konuşma kudreti varken kişinin bildiği bir şeyi söylemekten kaçınması nefse en ağır gelen şeylerden biridir. (3-43)

Allah’ın kitabında , her yerde gece gündüzden önce zikredilir. Peygamberlerin isrası (gece yolculuğu/miracı) onda gerçekleşmiştir. Faydalar gece elde edilir. Hak gece vakti kullarına tecelli eder. Gece, takdirlerin akışı altında yaşanan bir sükut vaktidir. Gece gayedir. Çünkü gece iddianın yokluğudur; ne varlık kalır , ne şekil. (3-44,45)

Soruyu soran kişi ya yeni başlamış bir ümmidir, ya da ilimle haşir neşir olmuş, ilmi bir tarafından edinmeye başlamıştır. (3-46)

Sırları yeni başlayan avamdan bir kişiye açmak haramdır. (3-47)

…Zahiren itaat ediyorlarsa, takvadan ayrılmıyorlarsa, Allah’ın kulları hakkında hüsnü zanda bulunmaktır. (3-47)

Rasulullah’ın sav. : “Allah’ı arayan bulur.” Sözü ile Bayezid’in ra. : “Salik geri çevrilir ve yol kapalıdır.” Sözü nasıl telif edilir. (3-51)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 12

“Allah’ı arayan…” sözü , Allah ile veya başkasıyla anlamını da içermektedir. Eğer Allah ile olursa , O’nu bulması zorunlu olur. Ama O’nu başkasıyla arayan , O’nu nasıl bulabilir?.. Allah’ı bulmanın anlamı da zat, sıfat ve fiilleri itibariyle O’nun birliğini ispat etmektir. (3-53)

Sülukun kendisi aramaktır. Dolayısıyla “aradı” demekle “süluk etti” demek arasında fark yoktur. Salik kendi nefsi için süluk ispat ettiği sürece , bunun anlamı , onun süluku esnasında nefsini, iradesi ve ihtiyarıyla salik olarak müşahede ettiğidir. Bu makmda olduğu zaman da Allah’ın kendisinin perçeminden tutmuş olduğunu unutur. (3-54)

Kendi nefsinde fena bulduğun zaman O’nu müşahede edişinde celal sıfatlarından bir tane sıfat bulunur. (3-60)

Aynanın berraklığının sırrında tecelli etmeyi benim kadar isteyen olmaz. (3-67)

Bayezid’i bir kere görmen,senin için Allah’ı bin kere görmenden iyidir. (3-69)

Tecellinin yolun miktarına bağlı olduğunu sahih bir kural olarak ortaya koydular. Rahman olan Allah, sergisini yaymış ve zatını kuşatılmaktan münezzeh kılmıştır. (3-69,70)

Hak onu terbiye etmiş, halk da onu yalnız bırakmıştı.Ay’ı tutulmuş, kaderi sinmişti.Kimse ona bakmıyor, aldırmıyordu. Sevenleri onu terk etmiş, arkadaşları ona öfke besliyorlardı. Allah dilerse bu, onun için bir arınma ve temizlenme vesilesiydi, ki her şeyi bilen ve her şeyden haberdar Allah’ın yardımıyla varoluşunu gerçekleştirsin. (3-75)

Biri birle gördüm. Görünmeyen görünenle buluştu.O’ndan O’na dönüşümle sevindi…Allah’ın ötesinde bir son yoktur. (3-76)

Kader önceden belirlenmiş, kaza ardımızdan gelip yetişmektedir.…
Şu halde sonuç önünde seni beklemekte. (3-78)

Bu mektubu daha önce yok iken sonra olana, terkibe katılıp mekandan beri olana, ana vakıf olduğu için sırrıyla zamandan münezzeh olana gönderiyorum. (3-81)

Kralların kapısında nöbetçiler vardır,

Allah’ın kapısının avlusunda ise bahşişler dağıtılır. (3-84)

Kemalin son noktası olacak bir makam yoktur. (3-789

İrade edilen ve irade eden sensin. Keşke bilseydim nerede diye? Çünkü, ne nerede var ne de mekan. Nitekim şair şöyle demiştir:
Yokluğundan sonra baki kıldığına zahir oldun.
O da oluşsuz oldu, çünkü sen o oldun. (3-90)

Eğer hakkın hakikatle bağlantısı olmasaydı, mahlukatın varlığı sahih olmazdı.
(3-92)

İnsanın farzlarını gönüllü olarak yerine getirdiği ibadetler ikmal eder.
(3-94)

Allah varlığı çift yaratmıştır. Ama kendisi teklikte yalnız kalmıştır. (3-96)

Allah’ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir.(Zümer-68) (3-106)

Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacaktır. (Rahman-26,27) (3-109)

Zevkimizin putuna tapınmaya devam ettik. Şehvetlerimizin dizginlerini sonuna kadar salıverdik. Allah’ın hudutlarıyla ilgili olarak alabildiğine aşırı gittik; sanki Allah tarafından bir güvencemiz varmış, sanki tehditlerinin bizi kapsamayacağına ilişkin olarak Allah bize söz vermiş gibi. (3-108)

Göz yaşlarını döker, kalp hüzünlenir; ama biz rabbimizin razı olduğundan başka bir şey söylemeyiz. Allah’a yemin ederimi ey İbrahim! Biz senin ayrılığından dolayı üzülüyoruz. (Hadis)


Sa’d O’na:
-Ta Rasûlullah bu nedir? Dedi. Buyurdular ki:
-Bu Allah’ın kullarının kalplerine yerleştirdiği rahmettir. Allah ancak merhametli kullarına merhamet eder.
O halde ölüye ağlamak mubahtır; bağırıp çağırmadan, feryat etmeden.


Bunları kız kardeş olarak sana aktarıyorum ki, günah olmadığını ve sorguya çekilmeyeceğini bilerek göz yaşını akıtıp yüreğini ferahlatsın.Eğer sevabını Allah’tan umarak sabredersen, ecrini Allah verecektir ve büyük bir ödül kazanacaksın. (3-110)

Allah’ın sizin dualarınızı kabul etmesini , sizin O’nun davetine icabet etmenize bağlamıştır. (3-112)

Şayet başınıza gelen musibet, cezalandırma mahiyetinde olmayıp, Allah’ın takdiri ile size yöneltilmiş ise, bu takdirde de büyük bir sevaba nail olursunuz.
(3-112,113)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 13

Ayrıca bu musibetler aracılığıyla kendinizin, Allah’ın inayet gösterdiği ve sınadığı kimselerden olduğunuzu öğenmiş olursunuz. Çünkü dünyadaki belalar, Allah’ın mümin kullarına verdiği çabuklaştırılmış nimetlerdir. (3-113)

Sınama amaçlı belalar, insanın Allah katındaki mertebesine göre inerler.Peygamber Efendimizin sav. şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:“Allah bana verdiği belaları başka hiçbir Nebi’ye vermemiştir.”Bu hadis bir alime sorulmuş ve denilmiş ki:-Eyyub ve Zekeriyya gibi Nebiler (Selam üzerlerine olsun) çok daha büyük musibetlerle sınanmışlardır. Rasûlullah sav. bu tür belalardan hiç biriyle sınanmamış. O halde Hz. Peygamber sav. in uğradığını belirttiği bu musibet hangisidir?Bu alim şu cevabı vermiş:-Hangi bela Rasûlullah sav. in başına gelen beladan daha büyük olabilir? Allah O’nu ; “Kabe kavseyn ev edna” makamına yükseltip vasıtasız konuşarak vahye muhatap ettikten sonra şu aşağı aleme hitap etmesi için indirmesinden daha büyük bela var mı? Hiçbir Nebi, Hz. Rasûlullah’ın sav. uğradığı bu belanın benzeri görülmemiştir. (3-113)

Başınıza gelen belayı sizin için günahlardan bağışlanma vesilesi kılsın. (3-113,114)

Cennet perdedir,çünkü nurdur. Cehennem perdedir, çünkü karanlıktır. (3-121)

Çünkü O ; Muhammedî bir kulunun bir makamda durmasını , genişi daraltmasını, dolayısıyla cahil olmasını istemez. (3-121)

Kulluk beraberlikten daha yüksektir. Beraberlik bir yoldur ve varacağı son nokta da kulluktur. (3-122)

Her durum ve şartta sana soran kişiye cevap ver. Eğer soruyu soran kişinin , sana sorduğu şeyi aslında bildiğini anlarsan, usta ve uyanık bir edebiyatçı ol. (3-123)

Şeref himmetin gücünde midir yoksa perdenin şeffaflığında mıdır?.. (3-124)

Şeyler arasında üstünlük nereden geliyor? Evet, senin açından üstünlük, senin kendinle ilgili bilgine göre belirginleşir. (3-125)

Bütün gözler kayıtlı ve sınırlıdır. (3-126)

Senin gördüğün senin içindedir ve senin suretindir. Ama onu ancak içinde görebilirsin. (3-126)

Senin matlubun, aradığın senin içinde gizlenmiştir; sen sonsuza kadar bilmeden , farkında olmadan ona taşınmaktasın. (3-126)

“Allah vardı, beraberinde hiç bir şey yoktu” şeklinde ifade edilen husus ilahlıkla ilgilidir, zat ile ilgili değildir. Yani sadece varlığı ilgilendirir ve tahakkuk etmiştir. (3-139)

Sadıkların kalplerinden en son liderlik sevgisi çıkar. (3-140)

Zati tecelli naklolunmaz fakat müşahede edilir. (3-141)

Seni isteyen de ancak seninle sana ulaşabilir. (3-143)

Zat açısından muhtaç olmak imkansızdır. (3-143)

Ne var ki , bu denizde boğulan kurtulmuştur,mutludur. Ama bu denizin dehşetinden çekindiği için ona sahilinden bakan da kurtulur, ama mahrum kalır ve bu gibi kimselerin sayısı da çoktur. (3-143)

İlk ortaya çıkan varlık kayıtlı ve muhtaçtır. (3-144)

Alemin tümü suret üzeredir. İnsan da alemin bir parçası olarak alemin sureti üzeredir. Yani insan da suret üzeredir. Ruhanî varlıklar mükemmel istidatları nedeniyle cisimler alemine göre kemale erme noktasında daha güçlü ve daha yatkındırlar. Bu yüzden beşer , doğal bir dürtü neticesinde ruhani bir güç elde etme arzusu duyar. (3-144,145)

Alem de gücünü zatı itibariyle ondan alır. Tıpkı güneşin bu yönde bir iradesi olmaksızın varlıklar aleminin ışığını güneşten alması gibi. (3-145)

Var olan hiçbir mevcut yoktur ki iki veçhesi olmasın. Bir veçhesiyle sahibine bakar, ondan alır, bu veçhiyle ona muhtaç olmasından dolayı nefsi için izzet izhar eder, öbür veçhesiyle yüce yaratıcısına bakar. (3-146)

Bazen kimi guruplar uluhiyeti mutlak olarak onlara nispet etme anlayışından sıyrılarak gizli yönü düşünmeye başlamış ve bunlara, sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, demişlerdir. Böylece onları perdeler ve vezirler gibi görmüşlerdir. Allah’a sığınırız bu tür anlayışlardan… Eğer bu guruplar , bu yönü onların nefsinde görebilmiş olsalardı , uluhiyete bir dış varlığın şahsında kulluk sunmazlardı. Bilakis uluhiyetin kendisine kulluk ederlerdi.



Bizim dediğimizin özü şudur:Kulluk sunulan mutlak varlık uluhiyettir, varlıklar değil. (3-149)

Yüce Allah, bizim kendimizle ilgili haklarda affedici olmamızı ; ama kendisinin haklarıyla ilgili olarak kimseyi affetmememizi teşvik etmiştir. (3-150)

Çünkü zat müşahede edilir; ancak aktarılmaz. (3-153)

Berzah alemi cismani hakikatler ile cismani olmayan hakikatler arasında yer alan bir ata sahadır. (3-154)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 14

Ey Sırrı! Bu eşyalar aslında dönüşüp değişmezler. Fakat sen onları bu şekilde görürsün.



Yani suret gören açısından belirginleşir. (3-155)

Bu hayatın bir kısmı duyulara zahir olurken bir kısmı duyulara gizli olur. Normalde zahir olmayan hayat türü, olağanüstü şekilde Nebîye ve veliye zahir olur. O halde her şey canlıdır ve Allah’ı tespih edip O’na hamd etmektedir. Ama bunun bilincinde değildirler. Yan tespih edişlerini bilmezler. (3-157)

İlim, malumun tasavvurundan ibaret değildir. (3-157)

Bize ve bizden olan muhakkiklere göre; mahlukun hiçbir kudreti yoktur. (3-158)

Allah’ın zatı kamildir. Dolayısıyla zait bir şeyle kemal bulması imkansızdır. Çünkü bunun anlamı zait nitelik olmadığı zaman eksik olmasıdır. Eksiklik ise imkansızdır. Dolayısıyla zait bir nitelikle kemal bulması da imansızdır. (3-158)

Zait=Artan,fazlalık ,ilâve olunmuş ,lüzumsuz, gereksiz.
Hamd; Allah’ı layık olduğu şeyle övmektir. Şükür ise; O’ndan kaynaklanan nimetle O’nu övmek demektir. (3-164)

Keşiften daha yukarı, perdeden de daha aşağı bir derece yoktur. (3-166)

Onlar; bu ümmet de geçmiş ümmetlerde ki Nebiler düzeyindedirler. Geçmiş ümmetlerdeki bu Nebiler kendi içlerinde rablerinden gelen bir şeriata tabi olurlardı , ne resuldürler ne de tabi olanları vardı. Sadece Hak Teala onlara vahiy indirirdi. Onlara “Ferd” ismiyle bakardı. (3-166)

Muhtar (seçme hakkına sahip), bir işi istediği zaman yapan , istediği zaman yapmayan kimseye denir. Bir işi yapmaya ya da yapmamaya dair ön bilgi, hakkında ön bilgi olmayan işin vaki oluşunun tahayyülünden ibarettir. Bu yüzden ihtiyar imkansızdır. Zorunlu olmaksa bir işe zorlanmak demektir. Ama zorlama da yoktur. Yani ne zorlama vardır, ne de serbestlik. (3-166)

Aslında gerçek anlamda bir icat söz konusu değildir. (3-167)

Kulun gerçekte Hak tealaya ait olan bir sıfatla zuhur etmesi birleşme olarak isimlendirilir; çünkü Hak kulun suretinde kul da hakkın suretinde zuhur etmiştir. (3-167)

Yüce kanun koyucu (şari) bize kaza ve kadere razı olmamızı emretmiştir, takdir edilene , hükme bağlanana değil. Bu ise Hak tealayı seçmektir, seçtiğini değil. Şunu diyemezsin: Allah’ın benim için takdir ettiği günahlara razı oldum. (3-170)

Aklın bir sınırı olduğu gibi imanın da bir sınırı vardır. (3-172)

Mahlukat içinde akıl erbabına özgü olaylar aklın sınırı doğrultusunda gelişir. Allah’a bağlı kimselere özgü olaylar da imanın sınırı doğrultusunda cereyan eder. (3-172)

Hakkı müşahede etmek , O’nun zatını ihata etme sonucunu doğurmaz. (3-175)

İnsanlar müşahede ettikleri halde onun Hak teala olduğunu bilmeyeceklerdir. (3-175)

Tabiatının cehenneminin üzerine sıratın kurulur, mizanın adaletinin kubbesine konur,amellerin huzura getirilir; rabbine olan huzurun oranında ölü ve diri olarak. (3-184)

Bir veli için gerçekleşen bir tecellide onunla birlikte peygamber veya peygamber olmayan daha büyük bir veli hazır kılındığı zaman , bu huzurdaki söz mutlaka en büyük olana yöneltilir, öbürü ise dinleyici konumunda kalır. (3-185,186)

Allah’tan alıkoyan, perdeleyen şeylerden sakınsın. “Kendimi tenzih ederim=Sübhânî“ diyen de bu tecelliden söylemiştir bu sözü. (3-188,189)

“Allah tuzak kurdu” benzeri sözlere kanmamak gerekir. Çünkü kendilerine dönen yine kendi tuzaklarıdır, tuzaklarının kendi başlarına geçmesi , Allah’ın onlara tuzak kurmasıdır. (3-189)

Bütün varlıklar , Allah’tan başkası olsa da kendi içinde hiç kuşkusuz haktır.Ancak varlığı kendi zatından kaynaklanmayan bir varlık yok hükmündedir, batıldır.


Öte yandan Hak ile başkası arasında hiçbir açıdan gerçek olarak bir ortaklık yoktur. (3-190)

İnsan bütün varlıkların kapsayıcı bir nüshası olduğu için her varlıktan bir hakikati de içinde taşır. (3-190)

İnsan aslı itibariyle rabbani bir varlıktır,sınırlandırılmamıştır.Hidayet ise sınırlandırma demektir. Sapma ise sınırlandırılman kalkması ve insanın rububiyetinin ortaya çıkması demektir. Bu yüzden Allah , mutluluk perdesiyle onu masum, korunmuş kılmamıştır. Ki buna da bedbahtlıkla sahip olmaktadır, çünkü dünya yurdunda bulunduğu sırada tabiatına uygun düşmektedir. Ve çünkü mutluluk da insanın tabiatına uygundur; ancak sonraki bir aşamada. (3-192)

Şu halde tecelli yoktur ve dönüşüm yokluğadır. (3-193)

Bu yüzden benim vatanım kaynağın tek ve oluşun yok olduğu yerdir. (3-193)

…Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur. (Nur-40) -(3-194)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 15

Adalet yayıldı. Bir topluluk tabiatın karanlığına meyletti. Bu onların cezasıydı. Bir topluluk ta şeriatın nuruna meyletti, bu da onların ödülüydü. Letiaflerin hakikati açısından şeriatın nuruna meyledenler, tanınmayan fertlerdir. (3-194)

Eğer senin için görünmez (gayb) alem görünen (şehadet) aleme dönüşüyorsa sen ilim sahibisin. (3-196)

Eğer uyuşma esnasında kendinde bir bozukluk görürsen, bil ki camını henüz kırmamışsın, kendi ölçülerini aşmamışsın. Bu takdirde arınma ve kurtulma için çalış. (3-198)

Her kulun Allah ile bir hali vardır. Kimi Allah’ı bilir, kimi bilmez. Ama şekil ve merasim alimleri O’nu kesinlikle bilmezler. Çünkü ilimleri aldıkları harfler, onlar için Allah’ı bilmenin önündeki perdeler konumundadır. (3-198)

Himmetler bir himmet üzerinde toplanırlar, bir ile birde yok oluncaya kadar. Geride bir kalır ve bire şahitlik eder. Bu, özel kullardan olan adamların hallerinden biridir. Bunların göğüsleri açılır ve kendilerine gizli olan şeyleri algılamaya başlarlar. (3-200)

Allah’ın kainat düzenine hakim kıldığı bazı melekleri vardır. Allah’ın celal ve cemal nuru içinde daimi bir lezzettedirler. Sürekli müşahede halindedirler. Allah’ın kendilerinden başkalarını da yarattığını bilmezler. Kendi zatlarından başka hiçbir şeyle karşılaşmamışlardır. Bu duruma en çok yaraşanlar da Allah’ın Adem oğullarından yarattığı bazı kullardır. Bunlar Kutbun hükmünün dışında olan fertlerdir. Ne bilirler ne de bilinirler. (3-201)

Arınıp berraklaştığı zaman insanî ruhlar, ayrı ayrı veya birlikte yüceler alemine yücelirler, miraca çıkarlar. (3-203)

Kim bildikleriyle amel ederse , Allah onu bilmedikleri şeylerin ilmine mirasçı kılar. (3-204)

İlk akla gelen şeylerin tümü rabbanidir. Ve bunları söyleyen kimse kesinlikle yanılmaz. (3-207)

-Allah’ım! Her hangi bir sırrımızın açığa çıkması suretiyle bizi rezil etme!Şeyh ona şu karşılığı vermiş:-Ey Muhammed! Ya niçin halka açmadığın şeyi Allah’a açıyorsun? Gizlin de açığın da Allah katında bir değil mi?Bu sırla ilgilidir. El Kureyşi uyanır, hatasını itiraf eder, şeyhin kendisine gösterdiği şekilde amel eder ve mutedil yolu izler. (3-208)

Hak seni kendisiyle cem ettiği zaman , seni senden ayırır. (3-208)

Hallerin lezzetlerinden kaçın. (3-208)

Allah da bir cahili veli edinmez. (3-209)

Tevhid bir ilimdir. Sonra haldir, sonra ilimdir. İlk ilim delil tevhididir ve bu genelin tevhididir. Genel derken şekil ulemasını kast ediyorum. Hal tevhidi ise , hakkın senin niteliğin olmasından ibarettir. Dolayısıyla sende O olur, sen değil. Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı. (Enfal-17)

Halden sonraki ikinci ilim müşahede tevhididir. O zaman eşyayı vahdaniyet/birlik açısından görürsün. (3-209)

Özel seslenişe muhatap oldular, fakat duyamadılar. Derken alışkanlıklarından kendilerine seslenildi, bunu duydular. (3-210)

Tevhid toplar, hilafet ise parçalar. Dolayısıyla muvahhid tevhidinin huzurunda iken halife olamaz. (3-213)

Allah illetleri yaratır, ama kendisi bir illet değildir.Hiç bir şey yok iken var olan, varlıkları her hangi bir şeyden var etmeyen,şu anda daha önce olduğu gibi olan biri illet olmayı kabul eder mi? Eğer ille olsa , irtibatlanır, eğer irtibatlansa O’nun için kemal sıfatı sahih olmaz. (3-213)

(İllet) Esas sebeb. Vesile. * Hastalık, maraz, dert, sakatlık. Mûcib, maksad, gaye.
-Peki evinin yıkılmasına niçin müsaade ettin?


-O zaman nefsim, kevnlerin ellerinin tahakküm ettiği bir evi imar etmek istemedi. Elimi bu yüzden çektim.Hallac ölmedi, ama evin sakini göç ettiği için ev yıkıldı. (3-214)

Birlikte denize daldık, ebedi ölümle öldük. (3-214)

Hak tasavvur edilenden, temsil edilenden, ve tahayyül edilenden ayrıdır. (3-215)

Kainat ancak O’nunla kaim olduğu halde nasıl O’ndan hali olabilir? Kainat yok iken O vardı, böyle iken kevnin aynısı olabilir mi? (3-215)

O tasavvur edilenin aynısı değildir ve tasavvur edilen de O’ndan hali değildir. (3-215)

İlim bir vakitle, bir mekanla, bir hayatla, bir halle veya bir makamla kayıtlandırılamaz. (3-215)

Her şeyin içinde her şey vardır. (3-216)

Tevhid senin senden , O’ndan, kevnden ve fenadan fena bulmandır. (3-216)

Tevhid bakanın da bakılanın da O olmasıdır.
Zuhur ettiği şeyde açılınca ve açıldığı şeyle zuhur edince, işte bu Tevhid makamıdır.


Rububiyetin bir tevhidi uluhiyetin de bir tevhidi vardır. (3-217)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 16

Ona bir öpücük kondurdum. Bunu üzerine daha önce bilmediklerini bildi. (3-218)

Aşağıda olan , yukarıda olanın kendisine sunduğu içeceklerle kanar. (3-218)

…Bizim mirasçılarımız üçtür: O’na, Ondan ve Onun içinde… sonra bizim yanımıza bir olarak döner. (3-218)

Eğer bir ipe tutunup aşağı sarksaydınız, Allah ile karşılaşırdınız. (Hadis) (3-219)

Müminlerin kalplerini önüme aldım. Bana, onları nur olarak parlat, denildi. Çünkü küfrün karanlığı iyice koyulaştı. (3-221)

…Seni sana tecelli ettirmediğim, sana göstermediğim sürece kendini bilemezsin. (3-224)

Bilmediğin eve girme.

Bir evi de onu bina edenden başkası bilmez.Çünkü eve neler koyduğunu o bilir. Hak seni, imar edesin diye, bir ev olarak yapmıştır. (3-224)

Yeryüzünde yürüyen nice kişi vardır ki yer onlara lanet okumakta. Onun üzerine secde eden kaç kişinin secdesini kabul etmemekte. Ne dua edenler var ki duaları dildeki sözlerinin ötesine geçmez , düşünceleri de yerini bulmaz. Buna karşılık havralarda ve kiliselerde ne çok sevgili veli var! Namazlarda ve mescitlerde de bir çok buğzedilen düşman var! Namazlarda ve mescitlerdeki bu düşman , havralarda ve kiliselerde ki veli için amel ettiği halde, kendi için amel ettiğini sanır. (3-226)

Sen gökle yer arasında inip duran emirsin. Senin idrak güçlerini sırf beni idrak etmen için yarattım. Beni idrak ettiğin zaman kendini idrak edersin. Ama kendini idrak etmenle beni idrak edeceğini bekleme. (3-226)

Seni ne başkasının yanında , ne de senin yanında görmek isterim. Benim yanımda benimle kendi yanında ol. Nitekim benim yanımdasın , ama bunun farkında değilsin. Sevgilim! Vuslat vaktidir, vuslat! (3-227)

Onu sevdiğim için öldürmek istedimKi mahşer günü benim hasmım olsun. (3-227)

Cam ince , şarap inceBenzeştiler, aynileştiler iyiceHepsi şarapmış da kadeh yokmuş gibiYa da tümü kadehmiş, şarap yokmuş gibi. (3-228)

Seven sevdiğini onun gözüyle görür. Eğer kendi gözüyle görse seven değildir. (3-228)

O benim gözümdü, ben onun gözüO benim varlığımdı, ben onun varlığı. (3-229)

O halde benim gözüm ol ki seni seninle göreyim. (3-230)

Bir kötülüğün hemen ardından onu silecek bir iyilik işle. (3-231)

Ya Allah! Dediğim zaman , niçin çağırıyorsun dedi.Şayet çağırmasam, bu sefer, çağırsana, diyor. (3-231)

Beka seni O’na nispet eder. Fena ise seni kevne nispet eder. (3-235)

Dedim ki: Kulun özelliği kendisine emredileni yapmasıdır.Denildi ki: Kendisine yapılanı işitmesi kulun özelliğidir. (3-235)

Boşluk yok sevgilim! Çağırıldık ve konuk olduk. (3-235)

Hak senden kalbini istedi ve geri kalan varlığının tümünü sana bahşetti. (3-237)

Senin nefsinden başka bir memleketin yok. (3-238)

Resuller ve şeyhler kesinlikle günahı, isyanı emretmezler . Çünkü Resuller masum, şeyhler de korunmuşturlar. (3-238)

Biat Allah’a kavuşuncaya kadar sürmelidir.

Davud ona: Kendini tandıra at, demişti, o da kendini yanan tandıra atmıştı ve tandır serin ve selametli hale gelip onu yakmamıştı. İşte bu biatına bağlı kalmasının sonucuydu. (3-239)

Seferler üçtür, bir dördüncüsü yoktur. Bunları Hak azze ve celle sabit kılmıştır. Biri O’ndan başlar, biri O’na gider, Biri O’nda sürer. (3-245)

…Gördüğün hiçbir menzil yoktur ki bu benim gayemdir, demen mümkün olmasın. Ama o menzile kavuştuğunda çok geçmeden oradan göçersin. (3-247)

…Geçmişte amel ağır basarken zamanımızda ilim ağır basmaktadır.Bu durum İsa as. ın nüzûlü zamanına doğru artış göstermektedir ve o vakit daha da artacaktır. (3-250)

Bir kuvvet , özel olarak yaratılış gayesi kılınan şeyden başkasını idrak edemez. (3-258)

MUHYİDDÎN İBN ARABİ - 17

Kur’an senin kalbine bir kerede topluca nazil olmuştur, dediğimizde onu ezberleyip hıfzetmeni kast etmiyoruz. Bizim kast ettiğimiz ruhani ve manevi bir husustur. Kur’an sendedir, fakat sen onu bilmiyorsun, demek istiyorum.Çünkü Kur’an bir semaya nazil olduğu zaman , onun nassının ezberlenmiş olması şart değildir. (3-260)

Arapça bilmedikleri halde Kur’an , mushafta ki orijinal dili olan Arapça ile kendileriyle konuşuyor. (3-261)

Kur’an, durmaksızın kendisini ezberleyenlerin kalplerinde yolculuk yapmaktadır. (3-261)
Külli insan hakikati itibariyle aziz Kur’an’dır.


Kur’an’ın hakikati ise insandır. (3-262)

Secde kulluktur.

Kulluk rablık niteliklerinden en uzak olma halidir. (3-265)

Mescid-i Haram ise Mescid-i Aksa’ya göre cehennemin yanında cennet konumundadır. (3-268)

Meydana gelen olay nefsin benimsediği, hoşnut olduğu bir şeyse buna “uğur” adı verilirken, nefsin hoşlanmadığı bir şey olduğunda ise “uğursuzluk” olarak nitelendirilir. (3-270)

Oysa cennetin konumu yasak gerektirmiyordu. Orada istediğini yiyor ve dilediği yerde barınıyordu. Yasağı gerektirmeyen bir yerde böyle bir yasak gerçekleşince, bu etkinin hakikatinin ortaya çıkmasının zorunlu olduğunu, onun genişlik ve rahatlık aleminden darlık ve yükümlülük alemine indirileceğini anladık. Eğer Adem as. bunu bilseydi, cennette kaldığı süre içinde huzurlu olmazdı. (3-271)

…Sulbünde muhalif evlatlarını ve itaatkar evlatlarını birlikte taşıyordu. Muhalif evlatlarının hareketlerinin etkisiyle o aykırı hareketi sergiledi. Fakat muhalif evladını sulbünden çıkardıktan sonra, Adem as. ın rabbine karşı geldiğine dair her hangi bir bilgi ulaşmamıştır bize. (3-271)

Cennet takva yeri değildir, bütünüyle nimet yurdudur. Takva, sakınılması gereken şeylerin varlığını gerektirir. Bu yüzden cennette takva olmaz. (3-273)

Adem oğulları içinde ilk defa kalemle yazı yazan o’ydu. (İdris as.) (3-276)

Allah cehennem bekçisi Malik’i hiç gülmeyecek özellikte yaratmıştır. Buna karşılık Rıdvan adlı melek ise sevinç ve neşeden yaratmıştır. (3-277)

Her zıt farklıdır, ama her farklı zıt değildir. (3-277)

Allah dünyayı bu burçtan (yengeç) yaratmıştır. Dolayısıyla değişken , sebatı olmayan bir burçtur. Burcun özelliği bu olunca dünyanın özelliği de ona benzemektir. (3-281)

Sen gemini inşa etmekle meşgulsün, yani kurtuluş gemini…

Ayrıca “ba” ,ile gemine bin , ki o Allah’ın ismidir. (3-283)

Hayatın his ve anlam olarak onlardan meydana gelmiş olması hasebiyle su ilmin benzeridir. Onlar da ilmi reddettikleri için su ile helak edildiler. Su da fırından fışkırmıştı. Çünkü onlar fırından suyun çıkmasını inkar etmişlerdi. İlimden de Nuh’un bedeninin fırınından fışkırıp onun lisanından kendilerine hitaben zuhur eden ilmi inkar etmişlerdi. (3-284)

Allah ateşi suda gizlemişti. (3-284)

Musa as. kavminin helak olmasını isteyince onların cimri olmaları yönünde beddua etmiştir! Nitekim cimrileştiklerinde helak oldular. Bundan da anlıyoruz ki , alemdeki her oluşun gerçekleşmesi için bir sözün ona yönelmiş olması gerekir. (3-285)

… Bizim şeriatımızda sunduğumuz kurbanlar, bizim ateşten kurtulmamızın fidyeleri konumundadır. (3-287)

Kurbanın fidyesi de koç oldu. Çünkü koç menzili orta şeref evidir ve evlerin en şereflisi olduğu için de alemin ruhudur. Koç onun bedeninin fidyesiydi, ruhunun değil. (3-288)

..Gece yolculuğu gaybe doğru yapılan bir yolculuktur. “es-Sera” kelimesi gece yolculuğundan başka bir anlamda kullanılmaz.Tefsir olarak değil,ama tasavvur olarak ona aileni geceleyin yola çıkar, denilmiştir. Yani bütün zatını. Böylece bütün hakikatleri müşahede et. Ama karını bu yolculuğa çıkarma. Biz bu ifadeyi kendi tasavvurumuza vurduğumuzda, durmadan kötülüğü emreden nefsini terk etmesi yönünde bir emir olarak algılıyoruz.Çünkü manevi yüceliklere doğru çıkılan miraçta nefse yer yoktur.
(3-289)

Bu yolculuktan söz ederken kendi zatımdan söz etmekteyim.Amacım onların başından bizzat geçmiş bir kıssayı tefsir etmek değildir. Bu yolculuklar kurulmuş köprülerdir , onların üzerinden geçerek kendi zatlarımıza ve sırf bize özgü olan hallere geçeriz. Onlarda bizim faydamız vardır; çünkü Allah onları , biz geçelim diye kurmuştur. (3-291)

Bil ki , kulluk makamını gerçekleştirenleri bu makam, belalara maruz bırakır. Sonra bu mevkinin bir özelliği kimse için izzet ve rahatı tekmil etmemesidir.
(3-292)